Vasil Bıkov, gençlikleri İkinci Dünya Savaşında partizanlıkla geçen Sovyet yazarlarının en ünlüsü. Ülkesi Belorusya, bu savaşın en büyük acılarını çekmiş ve nüfusunun üçte birini faşist kırımlarında yitirmiş.
Ormanın içinde, üzerinde ne at, ne kızak, ne de insan izi olan, ıssız, karla örtülü bir yol boyunca ilerliyorlardı.
Yazın da az kullanıldığı belliydi yolun, fakat şimdi, şubat ayının uzun süren tipilerinden sonra her şeyi kar kaplamıştı .. Sağda ve solda düzensiz girinti-çıkıntılar yapan kızıl ağaçlar karışık çam ormanı mat bir beyazlıkla parlayan geçidi açıkta bırakmasa·bunun bir yol olduğu bile güçlükle farkedilecekti. Ama genede yollarını kaybetmemişlerdi. Rıbak güzün aklına iyice yerleşmiş olan. bölgeyi alacakaranlığın içindeki çiplak çalılara bakarak kolayca hatırlıyordu.
Sonbaharda Smolakov’un grubundan dört kişiyle birlikte gene biraz erzak edinmek amacıyla ücra bir çiftliğe sokulmuşlardı. O zaman şu küçük hendeğin içinde sigara içmiş ve önceden giden iki arkadaşlarının gelmesi için kendilerine işaret vermelerini beklemişlerdi.
Tabiki şimdi bu hendeğe sığınmak mümkün değildi. Fırtınanın yanlamasına yığdığı bir kar kümesi yukarıdan hendeğin içine dolmuştu, hendeğin yamaçlarındaki. çıplak, küçük ağaçlar tepelerine kadar kara gömülmüşlerdi.
1924 doğumlu Bıkov, bu acı yılları anlatırken insanlığın ana temalarını ele almakta, kahramanlarını bir seçim karşısında bırakarak, irade özgürlüğü sorununu incelemektedir.
“Hayat denen kumarda en çok kazanan kişinin en kurnaz kişi olduğunu bilmeyen var mı?
Evet faşizm dünyanın yarısını çarklarında öğüten bir makinaydı. Onun karşısına çıkıp çıplak elle onu durdurmaya mı çalışmalıydı yani?
Yandan onun tekerleğine bir çomak sokmak çok daha sağduyulu bir şeydi!” (Rıbak)
“Savaştaki her ölüm gibi onun ölümü de bir şeyi doğrulamalı, bir şeyi yalanlamalı ve yaşamın gerçekleştiremediği şeyi olanaklar oranında gerçekleştirmeliydi. Yaşamın başka ne gereği vardı